Ne bir söz söylemek istiyorum ne de işitmek. Ne akıla ihtiyacım var ne de ne yapacağımı söyleyen birine. İşte tam bu hislere hakim olduğumda ya da bu hisler bana hakim olduğunda istemediğim her şey yeniden önümde beliriyor. Ya da oldukları -belki her zaman oradalar- yerde gözüme ilişiyorlar. Ben farkına varıyorum. Uzun süren yolculuklar yapıp uzunca süre dünyanın ayaklarımın altında kaydığını hissetmek istiyorum. Sadece arada başka insanların yaşam kesitlerine dokunmak, tatmak ama hiçbirine dahil olmamak. Rüzgarın soğuk ürpertici dokunuşunu şiddeti ile -özgürlüğü- hissetmek.
Gözlerim açıkken istediklerim bana uzak lâkin kapattığımda bir o kadar da yakınlar. Mimarının kendimizden başkası olmadığı iç dünyamızda sadece başkalarına küçük dokunuşlara izin veriyoruz. Dokunuyorlar, bir heyecan kaplıyor ilk başta. Bir gün farkına varıyorsunuz, unutuyor, bu nereden çıktı diyorsunuz. Kendi iç dünyanıza yabancı olmuşsunuz. İşte o zaman nedensiz yere hissettiğiniz sıkıntılar, sindiremeden oraya konmuş parçalar sizin bilincinizin başkaları ile suç ortaklığı kurarak size musallat oluyor. Bir tümör gibi yayılmış sizin olanları başkalaştırmış her şey size yabancı olmuştur artık. İşte o noktada bir fikir geliyor. Yeni bir başlangıç yap.
Tekrar, tekrar ve tekrar bu döngüyü yakalayacağınızı belki de unutarak belki de kendinizi kandırarak, yeniden bir çocuğun oyununa başlaması gibi heyecanla kuruyoruz iç dünyamızı. İşte bu noktada yaşama yeniden tutunuyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder